27 Mart 2018 Salı

Platon'un Düşüncesinin Temelleri

Bütün sorgulamanın başında yer alan “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusu, aslında bir bütün olarak doğaya yönelmiş olan Yunan felsefesinin hareket noktasını oluşturmaktadır. Evrenin ana maddesine duyulan bu merak, “çokluk” yığını olarak görünen doğaya ilişkin bir açıklama ihtiyacının sonucudur. Doğaya yönelen ve gördüğü, gözlemlediği çokluk karşısında bir açıklama arayan insan, doğaya ilişkin açıklamasını da yine doğanın kendi içinde arar. Yunan felsefesindeki doğa filozofları, doğaya ilişkin açıklamanın yine doğanın kendi içinde aranması gerektiğini savunurlar. Doğaya ilişkin, doğanın çokluğuna ilişkin bir açıklama ortaya koymak ancak yine doğayı kaynak almakla mümkündür ve aslında amaç, doğanın “çokluk” olarak bize sunduklarında “bir” bulabilmektir. “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusu, hem doğanın içindeki çokluğun sorgulanmasıdır hem de çokluğun bütün karmaşıklığının kökeninde var olduğu var sayılan, aslında var olması gerektiğine inanılan “bir”lik arayışıdır. Doğa bize çokluk olarak “görünüşler” sunmaktadır ve bu görünüşlerin ardındaki birlik arayışı, aslında bir “gerçeklik” arayışıdır.

Görünüşler, yani doğanın bize çokluk olarak sunduğu şeyler maddi şeylerdir. Doğa maddi ve somut şeylerin bir toplamı olarak bize çoklukları sunmaktadır. Bu durumda doğaya ilişkin açıklama arayışımızın dayanağını oluşturacak olan şey, yani görünüşlerin ardında bulunan “gerçeklik”, doğanın kendi içinde aranmak zorunda olduğundan, maddi bir niteliğe sahip olur. Yani bütün görünüşlerin ardındaki asıl olan da maddi bir nitelik taşıyor olarak kabul edilir. Doğa maddidir ve doğanın bize sunduğu bütün bu görünüşlerin ardında, onların “asıl”ı olan, aslını oluşturan gerçeklik de onlardan farklı olarak düşünülmez, yine doğanın kendi içinde aranır ve doğanın içinde, doğanın bir parçası olarak ortaya koyulur. Doğa bütünüyle maddi çokluklar toplamıdır ve bütün bu çokluklarının kökeninde yer alan “bir” olanı, aslını da kendi içinde taşımaktadır.

Evrenin ilk ana maddesinin, ilk tözünün yani “arkhe” sinin, Thales için su, Anaksimenes için “hava”, Herakleitos için “ateş” olarak tanımlanması, doğanın gerçekliğinin yine doğanın kendisinin içinde arandığının örneklerini oluşturmaktadır. Hepsindeki ortak nokta, doğanın görünüşlerine ilişkin bir köken arayışıyla yine doğanın kendisine yönelmektir. Bütün görünüşler bize sunulan gerçekliklerdir, çünkü gözlemleyebileceğimiz maddiliktedirler. Ancak, gerçekliklerin çokluğa sahip olması korkutucu bir karmaşıklığa sebep olmaktadır, bu sebeptendir ki, bütün görünenlerin kendisine dayandığı bir “ilk neden” olmak zorundadır ki, bütün sorgulamalarımızın, yapmak istediğimiz bütün açıklamaların kökeninde duran ve gözlemlerimizin hareket noktasını oluşturan bir birlik olmak zorundadır. Böylece, ilk ana maddenin gerçekliği ile çoğunluğun açıklanması mümkün olacaktır.

Arkheye dair sorgulama ve ortaya atılan savlar, varlığı, varolanları açıklama amacının aracını oluşturmuştur. Tek bir arkhe olduğuna dair kabulle yola çıkan doğa filozofları ( Thales, Anaximandros, Anaximenes) var olanları, varlıkları da arkhe aracılığıyla açıklamaya çalışmışlardır. Ancak Doğa filozofları Herakleitos’ a kadarki süreçte, görünüşlerin gerisindeki birliğe yöneldiklerinden dolayı gerçeklikteki değişme olgusunu açıklayamamışlardır. Çoklukların kökeninde yer alan birlik, ilk neden sorgulanmıştır ancak neden her zaman için maddi olarak düşünülmüştür, çünkü doğa gözlemlerimizin bize sunduklarından, yani maddi olanlardan, görünüşlerden( çokluklardan) ibarettir ve ilk neden de aynı doğrultuda doğanın kendi içinden tasarlanmaktadır. Bu durumda, bütün görünüşler gibi görünüşlerin gerisindeki ilk neden, asıl ve bir olan da maddi olandan farklı olarak tasarlanmamıştır. Her şeyin kendisinden meydana geldiği kalıcı ve değişmez olan ise, bu doğrultuda değişmeyen bir yapıda ortaya koyulmuştur. İlk neden, yani varlıkların gerçekliği değişmez olandır. Görünüşlerin ardındaki bu değişmez gerçekliğe yönelen filozoflar, değişmez olanı ortaya koymaya çalışırken, değişme durumunu açıklamaya yönelmemişlerdir.

Herakleitos ve Parmenides, değişme problemi üzerinde yoğunlaşarak değişmeyi açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü gözlemlerimiz bize bir değişimin olduğunu sunmaktadır ve görünüşlerdeki bu değişimin açıklanması gerekmektedir. Her ikisi de değişim problemini açıklamaya yönelmiş olan bu iki filozof çok farklı iki açıklama modeli ortaya koymuşlardır.

Herakleitos’ un kuramı, sürekli oluş, akış ve değişme kuramıdır. Evren görünüşler toplamıdır. İçinde yaşadığımız görünüşlerle dolu olan bu evrendeki her şey sürekli bir çatışma ve savaş halindedir. Her şey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sayesinde gerçekleşir, yani evrendeki her şey sürekli bir akışın ve değişimin içindedir. Bütün bu akış ve değişimin dışında olan tek bir şey vardır, o da değişimin kendisidir. Değişimin kendisi bir yasaya sahiptir, Herakleitos bu yasaya “logos” adını vermektedir. Logos, tümel bir yargıyı ifade etmektedir. Bütün görünüşler toplamının ardında yer alan ve asıl varlığa ilişkin değişmeyecek olan tümel yargı, logostur. Görünüşlerin dünyası sürekli oluş ve bozuluşların yaşandığı bir dünya olarak tarif edilir, bu sürekli akış hali gözlemlerimizin bize sunduğu çoklukların içinde yer aldığı değişimi tarif etmektedir. Ancak bütün bu çoklukların değişim halinde, akışın içinde tarif edilmesi bir asıl nedene bağlanmaktadır. Aslında amaç, bütün görünüşlerin ardında bir asıl neden olduğunu kabul ederek ortaya atılan açıklama modellerinin üzerinde durmadığı, ancak gözlemlerimizin bize sunduğu değişim probleminin bir açıklamasını yapmak, bu açıklamayı yaparken de yine aynı kabullerden hareket ederek çokluğun gerisindeki ilk nedenden hareketle değişimi açıklamayı mümkün kılmaktır. Varlık, o zamana kadar yapılan tanımlarından başka bir tanım kazanmıştır. Herakleitos varlığın temel özelliğini değişme olarak tanımlamaktadır. Akış ve değişim hareketsiz bir varlığa bağlanmaktan kaçınılır. Çokluğun gerisinde bulunan bir tümel yargı söz konusudur ama varlığın temel özelliği olarak ortaya koyulan şey değişimdir, yani aslında çokluk, asıl gerçekliğe işaret etmektedir,

Parmenides’ in değişim problemine ilişkin açıklama modeli ise Herakleitos’ un açıklama modelinin karşıt görüşlerini içermektedir. Öncelikle Parmenides varlığı değişime tabi olmayan, oluş ve akışın dışında bir birlik olarak ortaya koymaktadır. Bu bağlamda varlık özü gereği meydana gelmez, değişmez, bölünmez gibi niteliklere sahip olarak ortaya koyulmaktadır. Akış ve değişimin dışında olan varlık, aslında duyuların sunduğu gerçekliğin dışında düşünülmektedir. Çokluk, duyuların sunduklarından, görünüşlerden oluşmaktadır. Doğa filozoflarının bütün gerçekliklerini oluşturan görünüşler, Herakleitos için de gerçeklik kabul edilmiştir. Ancak Parmenides’ e gelindiğinde, o zamana kadar duyuların bize sunduklarını gerçekliğin bir parçası olarak kabul eden kavrayış reddedilir. Çünkü duyuların bize sunduğu şey çokluktur, görünüşler bize duyularımızla ulaşmaktadır, ancak çokluk bir yanılmadır. Parmenides için varlığın temel özelliği bir olmasıdır. Yanıltan çokluğun karşısında, gerçeklik olarak kendi içine kapalı, asla değişmeyen bir mutlaklık, “bir” lik sunar. Bu bağlamda, duyuların bize sunduğu şeyler, duyu algıları yanıltıcıdır ve bilginin kaynağını oluşturmamaktadır. Parmenides, duyu algılarının bilginin kaynağını oluşturmadığını, yanıltıcı olduklarını savunurken aynı zamanda, bilginin kaynağını oluşturduğunu savunduğu şeyi ortaya koyacak zemini oluşturmaktadır. Parmenides için bilginin kaynağı, “akıl” dır. Ortaya koyulmuş olan bütün doğa açıklamaları, deneye ve deneyin düşünceyle işlenmesi temeline dayanmaktaydı. Parmenides, doğayı açıklarken aklı temel alır ve deneyin bilgisinin karşısına aklın bilgisini koyar. Parmenides değişim problemine yönelik bir açıklama yapmaktadır, ancak bu açıklamayı değişimi varlığın temel niteliğinden çıkartarak oluşturmaktadır. Değişim yoktur, çünkü varlık mutlak bir gerçekliğe sahiptir ve bilginin kaynağını akıl oluşturmaktadır. Parmenides’ in açıklama modeli yeni bir bilgi ve varlık felsefesi sunmaktadır.

Elealı Zenon’ un da bilginin kaynağı olarak aklı kabul etmesi, Platon’un felsefesine zemin oluşturmuştur diyebiliriz. Aslında Platon’un felsefesi, bütün bu açıklama modellerinin hem bir birleştiricisi hem de temellendirmesidir.

Yesra Güzel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder