29 Mart 2018 Perşembe

Bir Tasarımın İki Yüzü: Descartes’in Öznesi ve Nietzsche’nin Kölesi

Akıl, her şeyin ereksellik ve kendiliğindenlikle açıklanabildiği bir evren tasarımının çatlaklarından sızarak kendisine yeni bir tesisat, mekanizma oluşturmaya koyulur. Evrenin akılsallaşması beraberinde doğanın bir mekanizma olarak kabul edilmesini getirir. Akılsallaşma ancak bir mekanizma üzerinden kendisini ortaya koyabilecektir ve bu mekanizma da ancak mekanik yasalar doğrultusunda işleyebilecektir. Galileo’ nun “bilmek tasarlamaktır” iddiası, bütün bu hikayenin başlangıcını oluşturur ve akılsallaşan evrende doğa makine haline gelir.

Bilmek tasarlamaktır ve her şey mekanik yasalarla işleyen bir mekanizmanın parçalarıdır, o halde tasarlayan kimdir? Descartes, doğayı bir makine olarak kabul eder ancak, matematik bilme yöntemiyle bu makinenin mekanizmasının bilgisine ulaşabilecek olan “bilinç” i ondan ayırır. Descartes, evreni bilinçle akılsallaştırır. Bu aslında Descartes’in yeni insan tasarımıdır ve bütün modernitenin insan tasarımını oluşturmaktadır. İnsanın, evrenin bilgisine bilinciyle ulaşabilecek olması, kendi tikelliğinden hareketle kavranan “birey” e işaret etmektedir. Birey, modern insan tasarımının bir ürünüdür.

Modern insan tasarımının ürünü olan birey nasıl ortaya koyulmaktadır? Descartes bilinci maddeden ayırarak, özneyi nesneden yani mekanizmadan ayırmaktadır. Böylece evrenin her yanındaki mekanik işleyişin dışına çıkarılan özne, bu mekanizmayı bilebilecek hatta kontrol altında tutabilecek olan bilinç haline gelir. Descartes’in öznesi, bir mekanizma olan evreni kavrayabilecek akla sahiptir, daha doğrusu Tanrı bütün bu mekanizmayı kendi amacı için yaratmış ve insan aklının kavrayabileceği şekilde ortaya koymuştur. Evrenin mekanik yasalarının insan aklının kavrayabileceği şekilde ortaya koyulduğu düşüncesi tözsel bir insan kavrayışına işaret etmektedir. Böylece özne, evrendeki bütün diğer canlılardan akıl sahibi olması ve bu aklı yardımıyla tanrının yasalarını kavrayabilmesi bakımından ayrılmaktadır.

Tözsel bir insan kavrayışı ve bu kavrayışın beraberinde getirdiği doğadan kopuş söz konusudur. Tanrı belli bir amaç doğrultusunda evreni yaratır, ardından evrenin mekanik işleyişini kavrayabilecek nitelikte olan insanı da, aynı amaca hizmet için yaratır. Aslında bütün bu özne nesne dikatomisinin kökeninde amaca en uygun araçlar elde edebilmek için ortaya koyulan bir hiyerarşi var gibidir. Bir güç yetkesi olarak tanrının her alanda sonsuz hakimiyeti ve her soruna cevap olan kendiliğindenliği, insan bilincinin kuşatıcısıdır ve modernitenin sunduğu bu Kartezyen ayrım aslında yeni evren tasarımında, yine aynı kuşatıcının farklı halleridir diyebilir miyiz?

Nietzsche, Descartes’in ortaya koyduğu bu tözsel insan kavrayışını “insanın tanrısallıktan türetilmesi” olarak tanımlar. Henüz Ortaçağın kavrayışları ve kabulleri zihinlerde baskınlığını korurken, bilgiye ulaşılacak yol tözden bağımsız düşünülemez ve bu bağlamda insan akıl sahibi olmasıyla diğer bütün canlılardan ayrılır. Modern insan tasarımı güçten türetilmiştir. Descartes, evreni erekselliğinden ve kendiliğindenlikten sıyırarak kavramak amacıyla gücü türetir ve doğanın bir parçası olan insanı gücün kendisinden sonraki en yüksek dereceye yerleştirir.

“Güç; her zaman şu veya bu şekilde kuvvet kullanan ve asılsız biçimde her şeye gücü yetme iddiasında olan bir kurum veya insanlardır. ” Güçlünün yanında yer alma isteğinin, güçlü olanın bir parçası olmaya çalışmanın temelinde yalnız kalma korkusu bulunmaktadır. Güç sahibi insan, diğer insanların çoğunluğu için otorite kabul edilir. Otorite, akla uygun davranır. Aslında, çoğunluğu oluşturan şey itaattir. “İtaatim, beni kulluk ettiğim gücün bir parçası haline getirir. Böylece kendimi daha güçlü hissederim.” Nietzsche’ nin yaygın ahlak adını verdiği şey de çoğunluğu , akla uygunluğu, otoriteyi, kimi zaman bir egemen olarak güç sahibini, kimi zaman bir aristokrasiyi içine almaktadır. Erdemli olmanın ne demek olduğunun kaynağı yaygın ahlaktır ve erdemli bir insan olmak da ancak yaygın ahlakın “evetlenmesiyle” mümkündür. Yaygın ahlak gücün dilini kullanır, bütüne göre şekillendirir ve her koşulda kendi sisteminin devamlılığı için kurallar koyar. Hatta bütün bir insanlık tarihi incelendiği zaman tarihin büyük bölümünde itaat erdemle, itaatsizlik ise günahla özdeş kabul edilmiştir. Descartes özne nesne ayrımını ortaya koyar ancak öznenin erdemine nelerin kaynaklık edeceğine çok değinmez. Aslında en temel olarak mekanikleşmiş doğanın erdemin kaynağını oluşturamayacağını, moral ve erdemin doğadan çıkarılamayacağını öne sürmektedir. Bu durumda Descartes’in mekanik sisteminde araçsallık üzerinden şekillenen ilişkiler söz konusudur ve doğa insan için tamamen bir sömürü aracıdır ve doğada ölçüt ahlaksal ya da moraliteye ait olan hiçbir şey taşımamaktadır. Doğada insan tamamen araçsallıklar üzerinden hareket etmektedir. Moderniteyle birlikte insan artık tasarlama gücüdür ve akılla ifade edilir, o halde eylemlerinde özgür değildir. Modernitenin insan tasarımı özneyi kuşatır, dinamizmini ortadan kaldırır ve araçsallaştırır. Nietzsche ise, tıpkı mitostaki gibi insanı arzuyla ifade etmektedir. Akıl, evrenseldir ve bu da kabulü hızlandırır. Oysa Nietzsche için, insan edimlerini genelleştirerek açıklamaya çalışmak, insanı da eylemi de ortadan kaldırmaktadır. Eylem, isteğin sonucudur. Bu sebepledir ki, isteği tasarımdan ayırmamız, isteğin içine yerleştirilen araçsallıktan çıkabilmemiz gerekmektedir ki, eylemi görebilelim. Eylemi görmek(araçsallığından sıyrılarak) insanı görmektir, çünkü insan etkinliktir, eylemdir. İnsanın ne olduğu sorusuna cevap, insanın kendisini hangi eylemle açığa vurduğu üzerinden verilir.

Descartes tarafından, gücün kendisinden sonraki en yüksek derecelendirmesine yerleştirilen insan, gücün türevi olarak, “özgür istem” e sahipmiş gibi kabul edilir. Nietzsche bu durumu, en yüksek derecelendirmenin çeyizi olarak adlandırır. Nietzsche’ nin burada karşı çıktığı şey, eylem ile eylemin dışa vurumu arasında oluşturulan ayrımdır. İnsanın “özgür istem” e sahip olduğu iddiası, aslında eylemi ve eylemciyi birbirinden ayıran bir çizgi oluşturmaktadır. Güçlü, güce sahipse onu dışa vurur, çünkü eylem her şeydir. Ancak “özgür istem” sanki bir alt katman taşır gibidir, istemini dışa vurup vurmama konusunda bir kayıtsız bir başka yapıyı da içinde barındırır. Aslında Descartes’in Kartezyen Bilinci uzunca bir süre( Freud’ a kadar birçok filozof bu düalizmi benimser ) zihin ile duyguyu birbirinden ayıran düşünce yapısının da temelini oluşturur. Temelinde ise, duyguların yaratılışları gereği mantığa aykırı oldukları, zihnin ise mantığa dayalı olduğu görüşü yer almaktadır. Hatta Freud için sevgi, yapısı gereği nevrotik, çocuksu ve mantıksızdır. Zihin ise bu mantıksız duygulara akıl yoluyla egemen olmalıdır. Freud’ un bu savı, Descartes’ in güçten pay alabilmesi için tözselleştirdiği öznenin, doğadan ayrılmasında zeminini bulur. Ancak Nietzsche , bu Kartezyen bilinci reddeder ve istekleri eylemlerin temeline yerleştirir. Eylem ve eylemci ayrımı, oluşmanın ardında bir “varlık” ya da bir alt katman öngörmektedir.

Descartes’ ın akıl sahibi olması sebebiyle tözselleştirdiği “özne” aslında bir bilinçtir. Tasarlayabilecek ve mekanizmanın işleyişini kavrayabilecek, onun bilgisine ulaşabilecek bir bilinçtir. Bütün bu özellikler modern insanın da bir tasarım olduğunu ortaya koymaktadır. Yeni bir insan tasarlanmıştır, gücün hiyerarşisinde kendisine yer bulmak için kendi bilincini yok sayarak, güçlünün bilincini kuşanmış ve bütün doğal olana, doğaya savaş açmıştır. Descartes’in öznesi, bilinciyle evrenin bilgisine ulaşır, ancak sahip olduğu bilinç, güçlü olanın, tanrının amacına hizmet için tasarlanmıştır ve amaca en uygun özellikleri “doğru” olarak kabul ederek, güçlüden pay almıştır. Güçlüden pay aldığı sürece de kendi güçsüzlüğünü görememiş ve dolayısıyla gücünün farkına varamamıştır. Eylemlerindeki araçsallık kendisini öylesine kuşatmıştır ki, eylemlerinin kökenindeki isteklerini görebilmesi mümkün olmamıştır.

Nietzsche, kendisi bir tasarım haline gelen ve nesneleşen insanın, bütün bir tarih boyunca sistematik olarak kuşatıldığını ortaya koyar. Nietzsche’ ye göre insanı kuşatan bu yapı bir otorite kurma, itaat sistemi olarak “ahlak”tır. İyi ve kötü aslında kökenlerinde doğal olarak istenilir ve istenilmez şeylerdir. İyi ve fena kavramları arasındaki karşıtlık sonradan doğma ve soluk bir karşıtlıktır, çünkü yaygın ahlakın asil değerlendirme tarzı kendisini minnetle evetleyecek karşıtlıklar arayışındadır. Yaygın ahlakın baştan çıkarıcı ve kuşatıcı dili, gücün dilidir ve güçsüz olana “evetlemeyi” öğretmektedir. Yaygın ahlak gücü ve gücün dışavurumunu birbirinden ayırır, böylece gücün dışavurumunda bir özgürlük payı bırakır gibidir ama aslında amacı, gücün ve güçlünün aynı olduğunu görebilecek bilincin önüne geçmektir. Aslında güçsüz olan ya da güçsüz olduğunu benimsemiş olan da, güç de, güçlü de aynı insandır, çünkü Nietzsche için eylem her şeydir. Ancak bütün bir tarih, yaşama zararlı olanı “doğru”, onu yücelten , haklı ve üstün kılanı ise “yanlış” olarak tanımlamaktadır.

Güçlüden pay alma isteği, yani çoğunluğun arasında yer alma, acısı gözler önünde sergilenen kurbanın yanında ya da yerinde olmama isteğine denk düşmemekte midir? Nietzsche, “yalnızca acısı hiçbir zaman dinmeyen şeyler bellekte yer eder” iddiasını bütün bir tarihin kanla, işkenceyle, acıyla nasıl şekillendirildiğini ve belleklerin nasıl hipnotize edildiğini ortaya koyar. Nietzsche’ nin hipnotize edilmiş bilinçleri, sahip olduğu bütün değerleri bir hipnoz altında kabul eder ve güçlüden pay aldıkça bu değerleri benimser. Descartes’in erdemin doğadan değil, bilinçten alınacağını ortaya koyan kavrayışı da, aslında kaynak kabul edilecek şeyin sınırlarının belirlenmiş olduğunun göstergesidir.

Yesra Güzel

Sosyal Medya Tanıtım Metinleri

2016 ve 2017 yıllarında İzmir - Alsancak'ta, Tiryaki Kedi Kafe ve Curnata (Gestin) Kafe'de Yesra Güzel tarafından üretilen sosyal medya tanıtım metinlerinden örnekler ve Tiryaki Kedi'de; bir kısmını Yesra Güzel'in yazıp, fotoğrafladığı Müjgan & Cevriye paylaşımlarının haberleşmesi..

CURNATA KAFE'DEKİ (GESTİN) SOSYAL MEDYA TANITIM METİNLERİ ÖRNEKLERİ:

(Metinler ve fotoğraflar: Yesra Güzel)







TİRYAKİ KEDİ'DEKİ KARA TAHTA YAZILARINDAN ÖRNEKLER:


(Yazan ve fotoğraflayan: Yesra Güzel)










TİRYAKİ KEDİ YAZILARININ HABERLERİ:

- Onedio:
https://onedio.com/haber/alsancak-in-filozof-kafe-kedileri-cevriye-ve-mujgan-dan-felsefe-kokan-18-inci-720774

- Patiliyo.com:
https://patiliyo.com/tiryaki-kedi/

- İzmir Life dergisi :
http://www.izmirlife.com.tr/mekan/1013

27 Mart 2018 Salı

Platon'un Düşüncesinin Temelleri

Bütün sorgulamanın başında yer alan “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusu, aslında bir bütün olarak doğaya yönelmiş olan Yunan felsefesinin hareket noktasını oluşturmaktadır. Evrenin ana maddesine duyulan bu merak, “çokluk” yığını olarak görünen doğaya ilişkin bir açıklama ihtiyacının sonucudur. Doğaya yönelen ve gördüğü, gözlemlediği çokluk karşısında bir açıklama arayan insan, doğaya ilişkin açıklamasını da yine doğanın kendi içinde arar. Yunan felsefesindeki doğa filozofları, doğaya ilişkin açıklamanın yine doğanın kendi içinde aranması gerektiğini savunurlar. Doğaya ilişkin, doğanın çokluğuna ilişkin bir açıklama ortaya koymak ancak yine doğayı kaynak almakla mümkündür ve aslında amaç, doğanın “çokluk” olarak bize sunduklarında “bir” bulabilmektir. “Evrenin ana maddesi nedir?” sorusu, hem doğanın içindeki çokluğun sorgulanmasıdır hem de çokluğun bütün karmaşıklığının kökeninde var olduğu var sayılan, aslında var olması gerektiğine inanılan “bir”lik arayışıdır. Doğa bize çokluk olarak “görünüşler” sunmaktadır ve bu görünüşlerin ardındaki birlik arayışı, aslında bir “gerçeklik” arayışıdır.

Görünüşler, yani doğanın bize çokluk olarak sunduğu şeyler maddi şeylerdir. Doğa maddi ve somut şeylerin bir toplamı olarak bize çoklukları sunmaktadır. Bu durumda doğaya ilişkin açıklama arayışımızın dayanağını oluşturacak olan şey, yani görünüşlerin ardında bulunan “gerçeklik”, doğanın kendi içinde aranmak zorunda olduğundan, maddi bir niteliğe sahip olur. Yani bütün görünüşlerin ardındaki asıl olan da maddi bir nitelik taşıyor olarak kabul edilir. Doğa maddidir ve doğanın bize sunduğu bütün bu görünüşlerin ardında, onların “asıl”ı olan, aslını oluşturan gerçeklik de onlardan farklı olarak düşünülmez, yine doğanın kendi içinde aranır ve doğanın içinde, doğanın bir parçası olarak ortaya koyulur. Doğa bütünüyle maddi çokluklar toplamıdır ve bütün bu çokluklarının kökeninde yer alan “bir” olanı, aslını da kendi içinde taşımaktadır.

Evrenin ilk ana maddesinin, ilk tözünün yani “arkhe” sinin, Thales için su, Anaksimenes için “hava”, Herakleitos için “ateş” olarak tanımlanması, doğanın gerçekliğinin yine doğanın kendisinin içinde arandığının örneklerini oluşturmaktadır. Hepsindeki ortak nokta, doğanın görünüşlerine ilişkin bir köken arayışıyla yine doğanın kendisine yönelmektir. Bütün görünüşler bize sunulan gerçekliklerdir, çünkü gözlemleyebileceğimiz maddiliktedirler. Ancak, gerçekliklerin çokluğa sahip olması korkutucu bir karmaşıklığa sebep olmaktadır, bu sebeptendir ki, bütün görünenlerin kendisine dayandığı bir “ilk neden” olmak zorundadır ki, bütün sorgulamalarımızın, yapmak istediğimiz bütün açıklamaların kökeninde duran ve gözlemlerimizin hareket noktasını oluşturan bir birlik olmak zorundadır. Böylece, ilk ana maddenin gerçekliği ile çoğunluğun açıklanması mümkün olacaktır.

Arkheye dair sorgulama ve ortaya atılan savlar, varlığı, varolanları açıklama amacının aracını oluşturmuştur. Tek bir arkhe olduğuna dair kabulle yola çıkan doğa filozofları ( Thales, Anaximandros, Anaximenes) var olanları, varlıkları da arkhe aracılığıyla açıklamaya çalışmışlardır. Ancak Doğa filozofları Herakleitos’ a kadarki süreçte, görünüşlerin gerisindeki birliğe yöneldiklerinden dolayı gerçeklikteki değişme olgusunu açıklayamamışlardır. Çoklukların kökeninde yer alan birlik, ilk neden sorgulanmıştır ancak neden her zaman için maddi olarak düşünülmüştür, çünkü doğa gözlemlerimizin bize sunduklarından, yani maddi olanlardan, görünüşlerden( çokluklardan) ibarettir ve ilk neden de aynı doğrultuda doğanın kendi içinden tasarlanmaktadır. Bu durumda, bütün görünüşler gibi görünüşlerin gerisindeki ilk neden, asıl ve bir olan da maddi olandan farklı olarak tasarlanmamıştır. Her şeyin kendisinden meydana geldiği kalıcı ve değişmez olan ise, bu doğrultuda değişmeyen bir yapıda ortaya koyulmuştur. İlk neden, yani varlıkların gerçekliği değişmez olandır. Görünüşlerin ardındaki bu değişmez gerçekliğe yönelen filozoflar, değişmez olanı ortaya koymaya çalışırken, değişme durumunu açıklamaya yönelmemişlerdir.

Herakleitos ve Parmenides, değişme problemi üzerinde yoğunlaşarak değişmeyi açıklamaya çalışmışlardır. Çünkü gözlemlerimiz bize bir değişimin olduğunu sunmaktadır ve görünüşlerdeki bu değişimin açıklanması gerekmektedir. Her ikisi de değişim problemini açıklamaya yönelmiş olan bu iki filozof çok farklı iki açıklama modeli ortaya koymuşlardır.

Herakleitos’ un kuramı, sürekli oluş, akış ve değişme kuramıdır. Evren görünüşler toplamıdır. İçinde yaşadığımız görünüşlerle dolu olan bu evrendeki her şey sürekli bir çatışma ve savaş halindedir. Her şey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sayesinde gerçekleşir, yani evrendeki her şey sürekli bir akışın ve değişimin içindedir. Bütün bu akış ve değişimin dışında olan tek bir şey vardır, o da değişimin kendisidir. Değişimin kendisi bir yasaya sahiptir, Herakleitos bu yasaya “logos” adını vermektedir. Logos, tümel bir yargıyı ifade etmektedir. Bütün görünüşler toplamının ardında yer alan ve asıl varlığa ilişkin değişmeyecek olan tümel yargı, logostur. Görünüşlerin dünyası sürekli oluş ve bozuluşların yaşandığı bir dünya olarak tarif edilir, bu sürekli akış hali gözlemlerimizin bize sunduğu çoklukların içinde yer aldığı değişimi tarif etmektedir. Ancak bütün bu çoklukların değişim halinde, akışın içinde tarif edilmesi bir asıl nedene bağlanmaktadır. Aslında amaç, bütün görünüşlerin ardında bir asıl neden olduğunu kabul ederek ortaya atılan açıklama modellerinin üzerinde durmadığı, ancak gözlemlerimizin bize sunduğu değişim probleminin bir açıklamasını yapmak, bu açıklamayı yaparken de yine aynı kabullerden hareket ederek çokluğun gerisindeki ilk nedenden hareketle değişimi açıklamayı mümkün kılmaktır. Varlık, o zamana kadar yapılan tanımlarından başka bir tanım kazanmıştır. Herakleitos varlığın temel özelliğini değişme olarak tanımlamaktadır. Akış ve değişim hareketsiz bir varlığa bağlanmaktan kaçınılır. Çokluğun gerisinde bulunan bir tümel yargı söz konusudur ama varlığın temel özelliği olarak ortaya koyulan şey değişimdir, yani aslında çokluk, asıl gerçekliğe işaret etmektedir,

Parmenides’ in değişim problemine ilişkin açıklama modeli ise Herakleitos’ un açıklama modelinin karşıt görüşlerini içermektedir. Öncelikle Parmenides varlığı değişime tabi olmayan, oluş ve akışın dışında bir birlik olarak ortaya koymaktadır. Bu bağlamda varlık özü gereği meydana gelmez, değişmez, bölünmez gibi niteliklere sahip olarak ortaya koyulmaktadır. Akış ve değişimin dışında olan varlık, aslında duyuların sunduğu gerçekliğin dışında düşünülmektedir. Çokluk, duyuların sunduklarından, görünüşlerden oluşmaktadır. Doğa filozoflarının bütün gerçekliklerini oluşturan görünüşler, Herakleitos için de gerçeklik kabul edilmiştir. Ancak Parmenides’ e gelindiğinde, o zamana kadar duyuların bize sunduklarını gerçekliğin bir parçası olarak kabul eden kavrayış reddedilir. Çünkü duyuların bize sunduğu şey çokluktur, görünüşler bize duyularımızla ulaşmaktadır, ancak çokluk bir yanılmadır. Parmenides için varlığın temel özelliği bir olmasıdır. Yanıltan çokluğun karşısında, gerçeklik olarak kendi içine kapalı, asla değişmeyen bir mutlaklık, “bir” lik sunar. Bu bağlamda, duyuların bize sunduğu şeyler, duyu algıları yanıltıcıdır ve bilginin kaynağını oluşturmamaktadır. Parmenides, duyu algılarının bilginin kaynağını oluşturmadığını, yanıltıcı olduklarını savunurken aynı zamanda, bilginin kaynağını oluşturduğunu savunduğu şeyi ortaya koyacak zemini oluşturmaktadır. Parmenides için bilginin kaynağı, “akıl” dır. Ortaya koyulmuş olan bütün doğa açıklamaları, deneye ve deneyin düşünceyle işlenmesi temeline dayanmaktaydı. Parmenides, doğayı açıklarken aklı temel alır ve deneyin bilgisinin karşısına aklın bilgisini koyar. Parmenides değişim problemine yönelik bir açıklama yapmaktadır, ancak bu açıklamayı değişimi varlığın temel niteliğinden çıkartarak oluşturmaktadır. Değişim yoktur, çünkü varlık mutlak bir gerçekliğe sahiptir ve bilginin kaynağını akıl oluşturmaktadır. Parmenides’ in açıklama modeli yeni bir bilgi ve varlık felsefesi sunmaktadır.

Elealı Zenon’ un da bilginin kaynağı olarak aklı kabul etmesi, Platon’un felsefesine zemin oluşturmuştur diyebiliriz. Aslında Platon’un felsefesi, bütün bu açıklama modellerinin hem bir birleştiricisi hem de temellendirmesidir.

Yesra Güzel

23 Mart 2018 Cuma

Kant’ın Varsayımsal Ödevi ve Nietzsche’nin İyi Çalışmayan Makinaları

İnsan nedir? Bütün bir felsefe tarihi, insanı tanımlamak amacıyla bu soruya cevap aramıştır. Mitosta insan “arzu”yla hareket eden ve dinamik bir varlıktır. Logos ise insanın akılla ifade edilmeye başlanmasına ve insanın bir tasarlama gücü haline gelmesine işaret eder. İnsanın tasarlama gücü olarak görülmesiyle dinamizm ortadan kalkar, eylemin özgürlüğü elinden alınır, kuşatılır ve araçsallaştırılır. Böylece insanın tanımı ve belirlenimleri ortaya koyulur. Nietzsche tam da bu noktada, kendisinden önceki bütün belirlenmişliklerinden sıyırarak, insanı ortaya koyar. Bütün belirlenimlerinden sıyrıldığı zaman insanda tek kalan şeyin onu eyleme götüren şey olduğunu savunur ve bu şeye “istek” adını verir. Bu doğrultuda, oluşmanın ardında bir “varlık” olmadığını savunur ve moderniteyi, “eylem” ve “eylemci” ayrımı üzerinden eleştirir. Çünkü Nietzsche için, “eylemci” sonradan eklenmiş olan bir uydurmacadır ve eylem, her şeydir.

Modernite, “etkinlik” ve “etkinliği ortaya koyan varlık” ya da “eylemci” ayrımını ortaya koymaktadır. Nietzsche ise, insanın ne olduğu sorusuna cevabı, insanın eyleminde bulur. İnsan, etkinliktir, eylemdir ve insan olmak bakımından eyler. Bu eylem, bir tasarım amacıyla değil, insan olmak bakımından bir sonuç olarak gerçekleşir. Çünkü eylem, tasarım amacı taşıdığı zaman araçsallaşır, ancak Nietzsche’ ye göre, eylem kendinde bir değere sahip olmalıdır. Var olan bu ayrımın temelinde ise “yaygın ahlak” bulunmaktadır.

Nietzsche, “hakikat” olduğuna inanılan şeylerin tümüne, bütün belirlenimlere karşı çıkar ve var olan kabulleri yaygın ahlak olarak adlandırır. Yaygın ahlak, bütün içerikleri egemen, asil, aristokrat ya da zenginler tarafından oluşturulan bir zemindir ve baştan çıkarıcı bir dile sahiptir, öyle ki bu baştan çıkarıcı dil kurulu zeminin temelini oluşturmaktadır. Bu bakımdan asil değerlendirme, kendiliğinden eyleme geçen ve karşıtını sadece kendisini daha güçlü bir şekilde evetlemek için arayan bir yapıdadır. Bu değerlendirmeden farklı olarak, Nietzsche’ nin köle ahlakı adını verdiği değerlendirme tarzı ise, zorunlu bir dışa yönelimle, değer belirleyen bakış açısının tersine dönüşüdür. Eylemi temelinde bir tepkidir. Tüm asil ahlak, tutkulu bir kendini “evetleme”den doğarken, köle ahlakı en başından “dışardakine”, ”farklı olana”, “kendinden olmayana” “hayır” der ve bu “hayır” onun yaratıcı edimidir.

Yaygın ahlak, sanki güçlünün ardında gücü dışa vurup vurmama konusunda kayıtsız bir alt katman, bir kendiliğindenlik varmış gibi kabul ederek, gücü gücün dışavurumundan ayırır. Aslında bir ödev duygusuna sahip olduğumuz varsayımı üzerinden şekillenmektedir her şey. Nietzsche için ödev, iyi dediğimiz ve tartışılmaz olduklarını kabul ettiğimiz, zorlayıcı, eyleme iten bir duygudur ve tam da bu sebeple Kant ahlakına eleştiride bulunur. Çünkü ödev duygusu, beraberinde bir “kendinde iyi”, “kendi başına iyi”, kişisel olmayan “genelgeçer nitelikte iyi” getirmektedir. Makinelerin iyi işlemesini sağlamak için, varsayımsal bir ödev duygusunun olması gerekmektedir. Oysa Nietzsche için, kabul edeceklerimizi sadece yaşamımız belirlemektedir. Her şey bir oluşum ürünüdür ve oluşum ürünü olan her şey tartışılabilir niteliktedir. Kant’ın olmasını istediği gibi, salt “erdem” kavramı karşısındaki bir saygı duygusundan çıkan erdem zararlıdır, tehlikedir. Kişisel olmayan ve hatta bir soyutlama olan bu ödev karşısında duyulan özveri derinden, içten yıkıcıdır. Aslında amaç tamamen makinelerin iyi işlemesini sağlamaktır ve insan bilgiye yönelirken kendisini ödevsiz hissedebildiği zaman, yani araçsallığından sıyrıldığı zaman özgürleşecektir. Eylem araçsallığından ve tasarımdan sıyrıldığı zaman geriye kalan şey “isteme”dir. Ancak isteme, Kant’ın savunduğu gibi yalnızca duyum ve düşünme karmaşası değildir, bir duygusallıktır. Bu yüzden duygusallığı da içine alan bir karmaşa olarak isteme, makinenin ayarlarını bozacaktır ve makine artık iyi işlemeyecektir.

Araçsallığından sıyrıldığı zaman, eylemlerinin kendinde değerlerini görmeye başlar insan, böylece kendine ve yazgıya hükmetme içgüdüsü oluşur. Bu içgüdünün adı yaygın ahlakın dilinde “vicdan” adını alır. Bu durumda insanın yazgısına boyun eğmesini sağlayacak, sabit fikirlerle zihnini doldurarak onu hipnotize edecek olan şey bellektir ve belleği oluşturacak şey de acıdır: “Yalnızca acısı dinmeyen şey bellekte yer eder.” En zalimce törenler, en korkunç ölümler, sakatlamalar, işkenceler, kurbanlarına kendi ahlaklarından yer etmiş bir bellek oluşturma amacını taşır ve amaç makinesinin iyi çalışmasını sağlamaktır. Yani insan eylemlerinden sorumlu tutulduğu için değil, suçlu olanın cezalandırılması gerektiği varsayımından hareketle cezalandırılır. Bu yüzdendir ki, Kant’ın koşulsuz buyruğu zalimlik kokmaktadır. “Vicdan azabı” ise, kendine ve yazgıya hükmetme içgüdüsündeki insanın vicdanı için icat edilmiştir.

Yesra Güzel

18 Mart 2018 Pazar

Melül


"Melül"
Aralık 2017
Def üzerine kaligrafi kalemi
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel


***



Yesra Güzel'in "Melül" adlı çiziminin seramik kolye ucuna baskısı..

17 Mart 2018 Cumartesi

Turna Kuş

"Rutin, doğrular üzerine kuruludur, gerçek ise akıl üzerine. Eğer gerçekliği arıyorsan asla hiçbir yere ait olmazsın, çünkü hayallerin kanatlarındır. Dedim ya, gök de sensin yüzü de sen, bu nasırlı eller de senin. Sen yine de hayal etmekten vazgeçme!"
Yesra Güzel


"Turna Kuş"
Kasım 2017
İzmir, Alsancak, Gestin Kafe
Duvar üzerine kaligrafi kalemi ve akrilik
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel

16 Mart 2018 Cuma

Marley

"Aslı gibi değildir! Zaten bizce aslında hiçbir şey aslı gibi değildir. Çünkü biz fotokopi çekmiyoruz, çiziyoruz ve biliyoruz ki, çizmek bakmakla değil görmekle alakalıdır. Bu tişörtteki de bizim gördüğümüz Bob Marley'dir, tişört üzerine direkt el çizimidir."

Yesra Güzel




"Marley"
Eylül 2017
Tişört üzerine kumaş boyası
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel

15 Mart 2018 Perşembe

Arıza

"Seri olan her şeye karşıyız! Durup düşündüren, tebessüm ettiren ne varsa orada hayat var, emek var ve tabi biz varız."
Yesra Güzel




"Arıza"
Haziran 2017
Tişört üzerine kumaş boyası
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel

14 Mart 2018 Çarşamba

Kedilik


"Kedilik"
Mart 2017
İzmir, Alsancak, Tiryaki Kedi Kafe'nin duvarına kaligrafi kalemi ve akrilik
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel

13 Mart 2018 Salı

Tiryaki Kedi - Logo Tasarımı



"Tiryaki Kedi - Logo Tasarımı"
Ağustos 2016
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel



Kediler - Kuşlar - Ağaçlar (Def Çizimleri Kolajı)

(Def Çizimleri Kolajı)
"Kediler - Kuşlar - Ağaçlar"
2016
Def üzerine kaligrafi kalemi
Çizimler - Tasarımlar: Yesra Güzel
Fotoğraf Kolajı: Ruhat Kılıç



Uhrevi



Def üzerine kaligrafi kalemiyle çalışma. Biraz uhrevî bir çalışma.

"Uhrevi"
Ekim 2016
Çizim-Tasarım: Yesra Güzel
Instagram'da "Uhrevi"

12 Mart 2018 Pazartesi

Fairuz


"Fairuz"
2014
Seramik kolye ucu üzerine 'tel' ( :-) ) ile akrilik
Çizim - Tasarım: Yesra Güzel